Londra’nın en prestijli sanat etkinliklerinden biri olan Frieze London 2025, bu yıl 15–19 Ekim tarihleri arasında Regent’s Park’ta sanatseverlerle buluştu. Her yıl olduğu gibi çağdaş sanatın küresel nabzını tutan fuar, 160’tan fazla uluslararası galeriyi bir araya getiriyor. Frieze Masters ve Frieze Sculpture ile birlikte düzenlenen etkinlik, bu yıl özellikle tematik çeşitliliği ve yenilikçi küratöryel yaklaşımıyla dikkat çekiyor.

Frieze London izniyle.

Bu yılki fuarın en çok konuşulan bölümlerinden biri, küratör Jareh Das tarafından hazırlanan “Echoes in the Present” oldu. Afrika ve Brezilya arasındaki kültürel etkileşimleri, kimlik ve hafıza temaları üzerinden ele alan bu bölüm, tarihsel bağların çağdaş sanatta nasıl yankı bulduğunu gözler önüne seriyor. Ayrıca sanatçılar arasında doğrudan bir etkileşim alanı yaratan Artist-to-Artist programı da ilgiyle karşılandı. Bu program kapsamında, Camille Henrot’nun Ilana Harris-Babou’yu, Chris Ofili’nin Neal Tait’i, Amy Sherald’ın ise René Treviño’yu seçtiği eşleştirmeler öne çıktı.

Fuarın dikkat çeken galerileri arasında White Cube, doğa ve insan ilişkisini merkezine alan çalışmalarıyla; Lehmann Maupin, Do Ho Suh’un yeni eserleriyle; Gagosian ise Lauren Halsey’nin güçlü yerleştirmeleriyle öne çıktı. Öte yandan, Modern Art galerisinin Sanya Kantarovsky sunumu, eleştirmenler tarafından fuarın en güçlü çıkışlarından biri olarak değerlendiriliyor.

Regent’s Park’ta 2 Kasım’a kadar sürecek Frieze Sculpture bu yıl “In the Shadows” temasıyla, gölge kavramını fiziksel ve metaforik anlamlarıyla yorumlayan heykelleri bir araya getiriyor. Şehir genelinde ise “Frieze Week” kapsamında Sloane Street’te “Modern Nature” rotası, Prada Mode London etkinliği ve Londra galerilerinde düzenlenen özel programlar, sanatla modayı ve şehir kültürünü buluşturuyor.

Sanat piyasasının ekonomik dalgalanmalarla mücadele ettiği bir dönemde, Frieze London 2025, hem küratöryel derinliği hem de küresel vizyonuyla sanat dünyasının merkezindeki yerini koruyor. Fuarın CEO’su Simon Fox’un deyimiyle, Paris ve Londra arasındaki bu “Barbenheimer etkisi” dönemi, Avrupa sanat sahnesinde verimli bir rekabet ve yenilenme enerjisi yaratıyor.