Pek az kişi, Hollywood’un usta komedyeni ve oyuncusu Steve Martin’in ciddi bir sanat koleksiyoncusu olduğunu bilir. Sanat galerilerinin ve uluslararası sanat fuarlarının düzenli bir ziyaretçisi olan Martin, bu tutkusunu genç yaşlarında geliştirmiştir. Kendi ifadesiyle, “takıntılı bir koleksiyoncudur” ve ilk sanat eserini, 21 yaşında, 19. yüzyıl Amerikalı ressam James Gale Tyler’dan bir tablo alarak edinmiştir.
1987 yılında Time dergisine verdiği röportajda, “Sanat koleksiyonu yapmak en büyük hobim,” diyen Martin, sanatı kendi profesyonel hayatının tam tersi olarak gördüğünü ve onun aracılığıyla bir kaçış yaşadığını belirtmiştir.
2001 yılında Las Vegas’taki Bellagio Oteli’nde düzenlenen sergi, Martin’in koleksiyonuna ilk kez geniş çaplı bir bakış sundu. O dönem Las Vegas Sanat Müzesi küratörü olan James Mann, Martin’in koleksiyonunun yalnızca usta sanatçılardan değil, aynı zamanda henüz hak ettiği ilgiyi görmemiş ya da genç olan sanatçılardan da eserler barındırdığını belirtmiştir. Mann, bu koleksiyonun içten bir tutkuyla oluşturulduğunu, parçaların dikkatle seçildiğini ve sanatçıların genel kalitesinin oldukça yüksek olduğunu vurgulamıştır.

Martin’in koleksiyonunda Eric Fischl, Cindy Sherman, Roy Lichtenstein gibi çağdaş Amerikan sanatçılarının eserlerinin yanı sıra, Edward Hopper’ın savaş sonrası dönemine ait resimleri ve Willem de Kooning’in bir çizimi yer alıyor. Ayrıca Pablo Picasso, Georges Seurat, Francis Bacon ve Lucian Freud gibi Avrupa sanatının önde gelen isimlerine de koleksiyonunda yer vermiştir.
SFGate eleştirmeni David Bonetti, Martin’in koleksiyonunu “nispeten muhafazakâr” ve “ağır figüratif” olarak tanımlamış; çoğunlukla resim ve çizimlerden oluştuğunu, çok az sayıda avangart ya da kavramsal sanat eserine yer verildiğini not etmiştir. Ancak Martin’in koleksiyonu zaman içinde evrilmiştir. Sanatsal zevklerinde büyük bir değişiklik gözlenmese de, yeni alanlara ilgi göstermiştir.
Bunun en önemli örneklerinden biri, Kanadalı manzara ressamı Lawren Harris’in eserlerini içeren bir sergiyi 2015 yılında Los Angeles’taki Hammer Müzesi’nde küratör olarak sunmasıdır. Sergi daha sonra Boston Güzel Sanatlar Müzesi’ne taşınmış ve ardından Ontario Sanat Galerisi’nde sergilenmiştir.

Martin, Harris’in sanatını Kanada’nın kuzey manzaralarını güçlü bir biçimde betimlemesi ve yalnızlıkla yüceliği aynı anda yansıtabilmesi açısından büyüleyici bulduğunu dile getirmiştir. Harris’in “Isolation Peak” gibi eserleri, Martin’e göre doğayla derin bir bağ kurmayı sağlayan ve izleyicide görsel bir şiirsellik hissi uyandıran yapıtlardır. Martin’in küratörlüğünü üstlendiği bu sergi, 2016’da Kanada Günü’nde Ontario Sanat Galerisi’nde “Kuzeyin Fikri” başlığıyla açılmış ve büyük ilgi görmüştür.
Steve Martin’in koleksiyonculuk serüveni, sadece Kuzey Amerika ile sınırlı kalmamıştır. 2019 yılında, Martin ve eşi Anne Stringfield, New York’taki Gagosian Galerisi’nin Upper East Side şubesinde, kendi Avustralya Aborijin sanatı koleksiyonlarından parçalar içeren özel bir sergi düzenlediler. Martin, genellikle koleksiyonunu gizli tutmasına rağmen, bu sergiyle birlikte Aborijin sanatına olan ilgisini açıkça gözler önüne sermiştir.
Yaklaşık 2015 yılında, The New York Times’ta yer alan bir haber sayesinde Warlimpirrnga Tjapaltjarri’nin eserleriyle tanışan Martin, sanatçının eserlerinden birini koleksiyonuna katmış ve ardından bu alandaki ilgisi derinleşmiştir. Sanatçı, Pintupi Nine adlı, 1980’lerin ortalarına dek modern dünyadan izole kalmış bir yerli grubun üyesidir. Martin, bu eserle başlayan yolculuğunu, Avustralya Yerli sanatının çağdaş sanat dünyasında hak ettiği yere gelmesi için bir misyon haline getirmiştir.
Martin, Avustralya’nın ABC kanalına verdiği röportajda, Yerli sanatın Hopper, Morandi ve Hockney gibi büyük sanatçılarla aynı alanı paylaşabildiğini ve “uzmanlık alanına sıkışmaktan” ziyade, çağdaş sanat dünyasıyla uyum içinde var olabileceğini belirtmiştir. Sergideki hiçbir eser satışa sunulmamış olsa da, bu sanatın sanat piyasasında yarattığı etki yadsınamaz.
Avustralya Aborijin sanatı, tarihsel olarak ekonomik dalgalanmalardan etkilenmiş bir alandır. 2008’deki küresel ekonomik kriz sırasında ciddi bir gerileme yaşamış, ancak sonrasında daha çeşitli ve meraklı bir sanat alıcısı profiliyle toparlanma sürecine girmiştir. Martin, bu alana olan ilgisini sadece koleksiyonculuk düzeyinde bırakmamış, aynı zamanda bu eserlerin daha fazla görünürlük kazanması için küratöryel katkılar da sunmuştur.
Aborijin sanatının kökenleri, 1960’larda Batı Çölü’nden göç ettirilen kabilelerin, geleneksel kum ve vücut sanatı tekniklerini tuvale aktarmasıyla modern biçimini almıştır. Bu sanat, sadece estetik bir ifade değil, aynı zamanda kültürel hafızanın ve hikâye anlatımının da bir biçimidir.
Steve Martin, mizahi kimliğinin ardında, derin bir estetik anlayış ve ciddi bir koleksiyoner kişiliği barındırmaktadır. Lawren Harris’ten Aborijin sanatına, Hopper’dan Picasso’ya uzanan bu yolculuk, onun sanatla kurduğu ilişkinin sadece bir ilgi alanı değil, yaşamının merkezinde yer alan bir tutku olduğunu açıkça göstermektedir.