Nergis Kalkan
Mamut Art Project’in 12. edisyonu, farklı disiplinlerden genç ve bağımsız sanatçıları bir araya getiren çok katmanlı bir seçkiyle izleyici karşısına çıktı. Bu yıl baskı, bio art, fotoğraf ve kinetik enstalasyon gibi alanların öne çıktığı Mamut Art Project 2025 kapsamında, seçki sürecini, bölgesel çeşitliliği ve platformun bağımsız sanatçılar için üstlendiği rolü Kurucu Direktör Seren Kohen Ojalvo ile konuştuk…

Bu yılki 12. edisyonun seçkisinde baskı, bio art, fotoğraf, kinetik enstelasyon gibi çok farklı disiplinler yer alıyor. Böyle geniş bir ifade alanı nasıl bir kurgu süreciyle belirlendi? Bu dağılım kendiliğinden mi oluştu, yoksa bilinçli bir küratoryal yönlendirme mi vardı?
MAP’te başından beri disiplinler arası çeşitliliği özellikle teşvik eden bir yapı kurduk. Ancak bunu hiçbir zaman “şu kadar resim, şu kadar heykel olsun” gibi önceden belirlenmiş bir kurguyla yapmıyoruz. Seçki, açık çağrı sonucunda gelen başvurular üzerinden, jürinin nitelik ve özgünlük odaklı değerlendirmesiyle şekilleniyor. Bu yıl baskıdan bio art’a, kinetik işlerden fotoğrafa uzanan geniş yelpaze, aslında Türkiye’de genç ve bağımsız sanatçıların üretim alanlarının ne kadar zenginleştiğini gösteriyor. Dolayısıyla dağılım biraz kendiliğinden oluşuyor ama arkasında çağdaş sanatın güncel üretim biçimlerine açık olma yönünde bilinçli bir duruş var.
Türkiye’nin farklı şehirlerinden gelen 33 sanatçının seçkide yer alması, MAP’in bölgesel çeşitlilik hedefini nasıl yansıtıyor?
MAP’i ilk kurduğumuz günden beri İstanbul merkezli bir yapı olmasına rağmen, Türkiye’nin tamamına seslenen, başvuran herkese eşit şartlar sağlayan bir platform olmasını çok önemsedik. Başvuruların farklı şehirlerden gelmesi ve seçkide bu çeşitliliğin güçlü biçimde yer alması bizim için çok kıymetli. Bu, yalnızca coğrafi bir dağılım değil; aynı zamanda farklı üretim koşullarının, farklı hikâyelerin ve bakış açılarının bir araya gelmesi anlamına geliyor.
Aslında biz sadece adil bir süreç yürüttüğümüzde, çeşitlilik kendiliğinden ortaya çıkıyor diyebiliriz.
MAP’in kurulduğu günden bu yana benimsediği “ulaşılabilir sanat” mottosu bugün nasıl bir anlam taşıyor?
“Ulaşılabilir sanat” mottosu bizim için sadece fiyat odaklı bir söylem değil. Elbette sanat izleyicisinin koleksiyon yapabilmesini önemsiyoruz ama bunun ötesinde, sanatçıyla izleyici arasındaki mesafeyi azaltmayı hedefliyoruz. Ayrıca her zaman, insanların soru sormaya çekinmediği, samimi, güvenilir bir ortam sağlamaya özen gösteriyoruz. Bugün bu motto, daha fazla insanın çağdaş sanatla ve bun vesileyle birbiriyle temas edebilmesi, sanatçıların görünürlük kazanabilmesi ve sanatın gündelik hayatın doğal bir parçası hâline gelmesi anlamını taşıyor.
Türkiye’de bağımsız sanatçılar için kalıcı destek sistemleri yaratmak konusunda Mamut Art Project’in üstlendiği rolü nasıl tanımlarsınız?
MAP olarak kendimizi bir galeri ya da tek seferlik bir sergi alanı olarak konumlandırmıyoruz. Daha çok bir başlangıç noktası, bir çok açıdan onlara katkıda bulunan profesyonel bir deneyim sağlamaya, bir görünürlük alanı yaratmaya çalışıyoruz. Sanatçılara profesyonel bir sergi deneyimi, koleksiyonerlerle doğrudan temas ve uzun vadeli ilişkiler, arkadaşlıklar kurabilecekleri bir zemin sunuyoruz. Mamut’ta yer almış sanatçılara, süresiz bir şekilde, her konuda, kapımız her zaman açık. Kendimizi her biri ile genişleyen, kocaman bir aile gibi görüyoruz.
33 sanatçının eserleri farklı üretim biçimlerini temsil ediyor. Bu yıl seçim sürecinde jürinin en çok dikkat ettiği kriterler neydi? Başvurular arasında öne çıkan ortak eğilimler veya belirgin temalar var mıydı?
Her yıl olduğu gibi bu yıl da jürinin en çok önem verdiği kriterler özgünlük, kavramsal derinlik ve üretimin kendi içinde tutarlı olmasıydı. Teknik ustalık elbette önemli ama tek başına yeterli değil. Bu yıl başvurularda beden, doğa, hafıza, teknoloji ve insan-dışı varlıklarla kurulan ilişkiler gibi temaların öne çıktığını söyleyebilirim.
Son yıllarda çağdaş sanatın grafik, tekstil, ürün tasarımı gibi pek çok yaratıcı alanla giderek daha fazla kesiştiğini görüyoruz. Bu durum başvurulara da net biçimde yansıyor. Farklı disiplinlerde eğitim almış ya da profesyonel olarak çalışan kişilerin sanat üretimine yöneldiği, birden çok alanda aynı anda aktif olabilen çok yönlü sanatçıların öne çıktığı bir döneme girmiş bulunuyoruz.
MAP’i farklı şehirlerde gerçekleştirmek, hatta uluslararası bir platforma dönüştürmek üzerine planlarınız var mı? Global görünürlük açısından MAP’in geleceğini nasıl konumlandırıyorsunuz?
Uluslarası ölçekte görünürlük kazanmak elbette hayallerimiz arasında… Ancak MAP’in ruhunu, yani bağımsız sanatçı odağını ve samimi yapısını korumak bizim için her şeyden önemli. Global görünürlük açısından MAP’i, Türkiye’deki çağdaş sanat üretimini uluslararası sahneye taşıyabilecek güçlü bir referans noktası olarak konumlandırmak istiyoruz.
Aynı zamanda, en büyük hayalimiz, tüm sanatçılarımızı bir araya getiren bir platform yaratmak. Bunun için çalışmalarımıza başladık bile…

