İrem Öztürk

Dijital Çağın Yeni Aynası: Algoritma

Kendimizi ne kadar tanıdığımız üzerine kurduğumuz o kırılgan özgüven, belki de tarihte ilk kez bu kadar güçlü biçimde sorgulanıyor. Çünkü karşımızda, yalnızca davranışlarımızı değil, davranışlarımızın altındaki mikro titreşimleri, duygusal dalgalanmalarımızı, bilinçsiz seçimlerimizi, eğilimlerimizi, hatta kararsızlık anlarımızı, bizden daha doğru okuyan bir şey var: algoritma.

Güncel Kültürde Algoritma Mitolojisi

Son dönem sosyal medya paylaşımlarında sıkça karşımıza çıkan “algoritma seni senden daha iyi tanıyor”, “duygusal hâllerini anlık tespit ediyor”, “belki sen ana karakter değilsin, sadece algoritmanın sevdiği yan rolün” gibi ifadeler, çağımızın en rahatsız edici gerçeklerinden birine ironik ama yerinde bir dokunuşla işaret ediyor. Peki bu noktaya nasıl geldik? Algoritmalar gerçekten bizi bizden iyi biliyor mu, yoksa biz, içsel körlüklerimiz nedeniyle kendimizi doğru okuyamaz hâle mi geldik? Sorunun cevabı, dijital kültürün son yirmi yılındaki dönüşümün kalbinde yatıyor.

Kayıtsızlıktan Veri Seline

Sosyal medya öncesi dünyada davranışlarımızın büyük kısmı “kayıtsızdı.” Duygularımız, neye kaç saniye baktığımız, neyi reddettiğimiz, bir görüntü karşısında yüzümüzde beliren minik bir ifade… Bunların hiçbiri ölçülemezdi. Bugün ise her kaydırma hareketi, bir hikayeye kaç saniye baktığın, gece 03.00’te hangi içeriği tercih ettiğin, hangi renk paletine daha uzun süre göz gezdirdiğin, kimlerin postlarına sessizce ama istikrarlı bir ilgi gösterdiğin, hangi anda satın almaya daha yatkın olduğun, hangi günlerde daha yalnız, hangi günlerde daha risk alan biri olduğun artık matematiksel olarak işleniyor. Böylece algoritmalar yalnızca bir öneri sistemi olmaktan çıkıp bir psikolojik profil çıkarma makinesine dönüşüyor.

Fraktal Okuma: Algoritmanın İnsan Üzerindeki Üstünlüğü

Özellikle TikTok, davranışsal veri analizi ile kullanıcıyı dakikalar içinde çözebiliyor. Çünkü algoritma, insanlar gibi önyargıyla değil, tamamen çıkarımsal bir soğukkanlılıkla okuyor. İnsan zihni lineer çalışır; algoritma ise fraktal. Biz kendimizi “ben böyle biriyim” diyerek tek bir kimliğe sabitleme eğilimindeyiz. Oysa dijital izlerimiz bir bütünlük oluşturuyor ve bu bütünlük çoğu zaman kendi anlatımızla çelişiyor. Örneğin algoritma, kaygı seviyeni alışveriş sepetindeki davranışlardan, romantik ilişkideki dinamiğini gece yarısı arama geçmişinden, yalnızlık eğilimini ekran gezinme hızından, özgüven dalgalanmalarını selfie sayısı ve filtre tercihlerinden, karar verme zorluklarını aynı ürüne defalarca geri dönmenden çıkarabiliyor. Biz çoğu zaman bu verileri kendimize itiraf etmekte zorlanırken, algoritmanın böyle bir hassasiyete ihtiyacı yok; çünkü veri zaten konuşuyor.

Duyguların Ölçülebilirliği

Son yıllarda algoritmaların duygusal analizi dramatik biçimde gelişti: TikTok bakış hızındaki mikrosaniyelik değişimleri takip ediyor. Instagram, seni en çok neyin duraksattığını ölçüyor. YouTube, ilgi kaybının gerçekleştiği saniyeyi biliyor. Google, arama çubuğundaki tereddütlerin üzerinden ruh hâlini anlamlandırıyor. Bu nedenle artık algoritmalar yalnızca neyi izlediğini değil, neden izlediğini biliyor.

Dijital Dünyanın Görünmez Yönlendirmeleri

Bugünün algoritmaları sadece öneri yapmıyor; zevklerimizi, ilişkilerimizi, düşünce yapılarımızı ve tüketim davranışlarımızı yönlendirebiliyor. Örneğin güzellik standartlarımız. Onlar algoritmalar tarafından şekilleniyor; filtreler estetik algımızı yeni bir norm hâline getiriyor. Partner seçimleri bile algoritmik tesadüflerle başlıyor; bir kişinin sürekli karşına çıkması çoğu zaman bilinçli bir seçimden değil, veri eşleşmesinden doğuyor. Moda tercihleri kişisel değil, kişiselleştirilmiş hâle geldi; stil önerileri artık duygusal eğilimlerine göre programlanıyor. Radikalleşme, yalnızlık, tüketim biçimleri dijital yönlendirmelerle şekilleniyor. Bu nedenle “artık belki ana karakter değilsin, algoritmanın sevdiği yan rolsün” cümlesi hem komik hem de ürpertici bir doğruluk payı taşıyor.

Dijital Veriden Doğan İkinci Benlik

Algoritmanın yaptığı şey, bizden dökülen tüm veri kırıntılarını bir araya getirerek ortaya bir ikincil benlik çıkarmak. Bu ikincil benlik daha dürüst, daha çıplak, daha tutarlı, daha kırılgan, daha arzulu ve çoğu zaman kendimizin görmekten kaçındığı kadar gerçek. Algoritma bizi bizden iyi tanıyor çünkü biz, kendimizi tanımak konusunda hâlâ direniyoruz.

Algoritma Bir Ayna Değil, Bir X-Ray

Bugünün en çarpıcı gerçeği şu: algoritma bir ayna değil, bir X-ray. Aynada nasıl görünmek istediğimizi kontrol ederiz; X-ray ise sakladığımız her şeyi ortaya çıkarır. Dijital kültürün yarattığı “aşırı görünürlük”, aslında bize kendimizle yüzleşmek için yeni bir alan sunuyor. Algoritma bizi takip eden bir gölge değil; bastırdığımız tüm gerçeklerin matematiksel izdüşümü.
Son Soru: Kendimizi Ne Zaman Tanıyacağız?
Belki de asıl soru şu: algoritma bizi bu kadar iyi tanıyorsa, biz kendimizi ne zaman tanımaya başlayacağız?