Sofia Coppola, yalnızca benzersiz sinematik diliyle değil, aynı zamanda sanat koleksiyonculuğuna olan tutkusu ile de dikkat çeken bir isimdir. Görsel estetiğe olan derin ilgisi, yalnızca filmlerinin atmosferinde değil, aynı zamanda sahip olduğu sanat eserlerinde de kendini gösterir. Ed Ruscha, Risaku Suzuki, Elizabeth Peyton, Juergen Teller ve Helmut Newton gibi sanatçılardan eserler barındıran koleksiyonu, onun sanata olan duyarlılığını ve seçici zevkini ortaya koyar.
Sanat koleksiyonculuğuna adım atışı, annesi Eleanor Coppola’nın teşvikiyle moda fotoğrafçılığına duyduğu ilgiden kaynaklanıyordu. İlk olarak William Klein’ın Hat + 5 Roses adlı eserini edinmesi, bu alandaki yolculuğunu başlatan önemli bir adım oldu. Görsel dünyasında her zaman pastel tonlar, nostaljik atmosferler ve minimal dokunuşları öne çıkaran Coppola, koleksiyonunu oluştururken de benzer bir estetik anlayışı benimsedi. Özellikle Ed Ruscha’nın ironik ve minimalist eserleri, onun hem kişisel zevkine hem de sinema anlayışına hitap ediyordu. Ruscha’nın Cold Beer Beautiful Girls adlı eseri, önce Somewhere filminde bir dekor olarak kullanılmış, ardından yönetmenin koleksiyonundaki en özel parçalar arasında yerini almıştı.

Japon kültürüne duyduğu hayranlık ise, koleksiyonuna yansıyan bir başka önemli unsurdu. Risaku Suzuki’nin doğadan ilham alan eserleri, özellikle de Sakura adlı fotoğrafı, Coppola’nın en sevdiği parçalar arasında yer aldı. Bu eserin, onun yatak odasının duvarında sergilenmesi, sanatı yalnızca bir yatırım aracı olarak değil, yaşam alanının bir parçası olarak gördüğünü de ortaya koyuyordu. Benzer şekilde, Elizabeth Peyton’ın narin fırça darbeleriyle oluşturduğu portreleri de Coppola’nın zarif ve melankolik dünyasıyla örtüşüyordu. Peyton’ın Nick (Poquatuck Park) adlı eseri, onun yemek odasında yer bulmuş, böylece gündelik hayatına sanatın etkileyici dokusunu katmıştı.

Moda ve fotoğrafçılıkla her zaman yakın bir ilişkisi olan Coppola, Juergen Teller ve Helmut Newton gibi usta isimlerin eserlerine de koleksiyonunda yer verdi. Teller’in sıradışı, filtresiz kadrajları ve Newton’un dramatik kompozisyonları, onun sinematografik dilini etkileyen önemli unsurlar arasında yer aldı.
Sanat koleksiyonculuğu, Coppola’nın sinema anlayışına da büyük ölçüde ilham verdi. Marie Antoinette filminin açılış sahnesi, Guy Bourdin’in bir fotoğrafından esinlenerek oluşturulmuş, The Bling Ring ve Somewhere filmlerinde de sanat eserleri önemli görsel unsurlar olarak kullanılmıştı. 2011 yılında Paris’teki Galerie Thaddaeus Ropac’ta Robert Mapplethorpe’un eserlerinden oluşan bir sergi düzenlemiş olması, onun yalnızca bir koleksiyoner değil, aynı zamanda küratöryel bir bakış açısına sahip olduğunu da gösteriyordu.

Sofia Coppola, koleksiyonculuk anlayışıyla yalnızca sanat eserlerini biriktiren biri değil, aynı zamanda onları yaşayan ve nefes alan bir dünyanın parçası haline getiren bir sanatsever. Filmlerinde olduğu gibi sanat koleksiyonunda da duygu, nostalji ve zarafet ön plandadır. Hem sinema hem de sanat dünyasında bıraktığı iz, onun estetik anlayışının ve vizyonunun en büyük kanıtı.