Karikatürist kimliğiyle yakından tanıdığımız Bahadır Baruter, ressam kimliğiyle ilk kez 2012 yılında açtığı kişisel sergisi “Senin Ailen Bir Yalan Yavrum” ile karşımıza çıktı. O günden bugüne sanat çevrelerinden, sanatseverlerden çok büyük ilgi gören sanatçı 25 yıl sonra asıl tutkusu heykele döndü. Kasım ayında düzenlenen Contemporary Istanbul’un en çok ilgi gören isimlerinden birisiydi. Öyle ki, sanatçının ilk heykel sergisinin bulunduğu alanda uzun kuyruklar oluştu. Şanslıyım ki, hayran kaldığım bu işleri ilk görenlerden biri olmayı başardım. Baruter ile atölyesinde yaptığımız röportajda aile kavramını, sanatını, sanat dünyasına ve izleyicisine karşı bakış açısını konuştuk…
Röportaj: Sebla TANIK / Fotoğraf: Emrah Altınok
Sizi daha çok karikatürist kimliğinizle tanıyor insanlar… Ressam Bahadır Baruter nasıl doğdu?
Aslına bakarsan birden bire karikatürden çok sıkıldım… Resim okumuştum, hayalim hep resim yapmaktı ve o ilk aşkıma beni geri çeken enerjinin nasıl doğduğunu hatırlamıyorum. Birkaç resim yapıyordum ufak ufak, eşim Mine’nin (Mine Söğüt) “Deli Kadın Hikayeleri” adlı kitabına bir illüstrasyon yaptım. O işim beni çok heyecanlandırdı. Bu sefer de karikatür elimden kaymaya başladı.
Rahatsız ediyor mu bu sizi?
Hayır asla! Çok mutluyum. Gerçek anlamda mutlu olmaya başladığım dönem, resim yapmaya başladığım dönemdir. Karikatür başka bir mutluluk ama resim bambaşka bir mutluluk.
Kaç senedir bir ressam olarak galerilerle birlikte çalışıyorsunuz?
Tam olarak dört sene oldu. Yakın bir geçmişi var. Dört senede toplam iki serge yaptım.
Peki galerilerle çalışmak yaratıcılığınızı nasıl etkiliyor? Kendinizi sıkışık hissettiğiniz oluyor mu?
Olağanüstü bir galerim var; x-ist. Hiçbir galeride olmadığından emin olduğum harika bir ikili olan Dario Beskinazi ve Yasemin Elçi’yle inanılmaz bir diyaloğumuz var. Bana huzur veriyorlar. Çok sabırlılar ve ben de bir tek bu galeriyi biliyorum galeri olarak. Diğer galerilerle ilgili çok şikayet duyuyorum. İnsanların mutsuzluklarını dinliyorum, üzülüyorum. Ama ben şimdiye kadar hiçbir sıkıntı yaşamadım. Hem mentorluk yapıyorlar, hem arkadaşlık, bunun yanında hem belli bir mesafemiz var, hem de belli bir yakınlığımız. Müthiş bir işbirliği. Benim asla halledemeyeceğim, eksik bir tarafımı tamamlıyor galerim; ticari olmak.
Eski bir röportajınızda Çağdaş Sanat piyasasını, sanatçıları, koleksiyonerleri, eleştirmenleri tanımadığınızı söylemiştiniz… Bugün İstanbul’un sanat ortamıyla tanışıklığınız ne noktada? Nasıl bir intiba bıraktılar üzerinizde?
Hala tanımıyorum. Sanat çevresinden tanıdığım, çevrem, yakınım, yazar, çizer, galerici, editor, kürator ya da eleştirmen bir tanıdığım yok. Sevmiyorum. Öyle diyalogların içerisinde olmaktan hoşlanmıyorum. Sadece kendi galericim, birkaç sanatçı dostum ve ben varım. Röportajlarda buluşup karşılaştığımız gazeteci arkadaşlar dışında kimseyi tanımıyorum. Kimlere eser sattığımı da bilmiyorum. Sanatın o spekülasyon, politika, strateji ve kulis dolu dünyasında benim yerim yok.
Bir de sanat izleyicisi tarafı var bunun. İzleyicinin sizin sanatınızdan ne almasını istiyorsunuz? Rahatsız etmeyi seviyor musunuz?
25 yılımı karikatürist olarak geçirdim. Herkesi gülümsetmeyi ve düşündürmeyi hedefledim. Kimseye dışarıdan bir endişe yükleyerek germeye çalışmak gibi bir niyetim yok. Biraz kendi içimin enerjisidir resimde ortaya çıkan. Karikatürün daha arkasında, mizahtan daha derinlere, bende var olan kara mizaha bir yolculuk. Karikatüre sığmayacak ağırlıktaki konuları resim alanına taşıyorum. Sonuç olarak rahatsız edici şeyler ortaya çıkıyor olabilir bu da “bana” ortak ediyor izleyiciyi. Benim hüznüme, üzüntüme, endişeme, kızgınlıklarıma izleyiciyi davet etme enerjisi. Dolayısıyla, o noktada izleyiciyle eserim buluştuğu zaman, izleyici de kızıyor, endişeleniyor. Diyalog kurmak istiyorum izleyiciyle. Eserimin diyalog kurmasını istiyorum. Göz göze gelsinler ve aralarında bir fısıldanma, yakarış, ilişki doğsun istiyorum.
Sanatınızın geniş bir tanımını yapar mısınız?
Tam olarak yapamam ama bir deneyeyim… Eserlerimi ortaya çıkarmaya başladıktan sonra gördüm ki ben karanlık şeyleri seviyorum. Karanlık konulara, biraz toplumsal tabulara değinmeyi seviyorum. İşe karamsar tarafından bakmayı seviyorum. Fakat bir yandan da içinde, çok derinlerde, aydınlık ve hayat enerjisi olan bir taraf da var işlerimin. Bir neşe ya da sıcakkanlı içerik de saklıyorlar… Tabular beni heyecanlandırıyor, aile, iş hayatı, devlet, iktidar… Niyet aslında plastik bir dünya kurmak, sanatsal değerlerden oluşan.
Heykele nasıl geçiş yaptınız?
Beni resimden de önce, heyecanlandıran ilk şeydi heykel. Çocukluğumda çamurlarla oynardım belki o en derinlerdeki çağrıya kulak kabartmış oldum. İlk zevk aldığım şey resimden de öte heykeldi. Giderek süt dişlerim çıkıyor.
Resimleriniz ve heykelleriniz, fikirlerinizin ilk yoğunluğuyla mı tamamlanıyor, yoksa hem fikirlerde hem malzemede yavaş yavaş eleme yaparak mı ilerliyorsunuz?
Korkunç değişimler oluyor. Sürekli ve ızdıraplı fikir değişimleri. Bir çok fikri elerken yeni fikirler ekleniyor. Büyük bir devinim söz konusu. Asla başladığım gibi bitmiyor. Seçici ve mükemmeliyetçi yaklaşırsam çok acı çekiyorum. Öbür türlü yaklaşınca içime sinmiyor, rahatsız oluyorum yaptıklarımdan. Fikirsel olarak yaratma süreçleri, üretme süreçleri, ortaya çıkma süreçleri git gelli, manik depresif bir süreç. Yoruluyorum, üzülüyorum, bitkinleşiyorum… Sonra birden bire çok seviniyorum, çok mutlu oluyorum.
İkinci kişisel serginiz “Senin ailen bir yalan yavrum” da ailenin bireylerin ancak bir arada var olabileceği inancıyla inşa edilmiş, yanıltıcı bir mutluluk kaynağı olduğunu anlatıyorsunuz. Sizin de bir aileniz var, sizin ailenizi farklı kılan nedir?
Birincisi çocuğum yok. Çocuk olmaması bir şeyi “aile” olmaktan koparıyor. İkincisi küçük ailem, yani annem ve babam dışındaki ailemle bağlarım kuvvetli değil. Üçüncüsü, eşim en az benim kadar rahat ve özgür yaradılışlı bir insan. Evlilik kurumuna kasıntılı bir anlam yüklemiyoruz, klasik evlilerden değiliz. 25 yıllık bir sevgililik hayatı yaşıyoruz, bir de evlendik. Neden evlendiğimizi ben de hatırlamıyorum, Mine’de hatırlamıyor. Belki annesinin huzurlu hissetmesi içindi… Yani yine bizim dışımızda kalan bir sebep. Evlilik bize bir şey kazandırmadı, bir şey kaybettirmedi. Yani ben evli değilim, bir sevgilim var ve arkadaşlığımız sürüyor. Evlilik malların paylaşılması, çocuk yapılması, yakın aile çevresiyle sürekli bir iletişim hali, onunkiler, benimkiler… Kurumlaşarak büyüyen ve şirketleşen bir mesele evlilik. Bizimki bu değil, biz flört ediyoruz.
Gelecek serginizden, yeni projelerinizden bahseder misiniz?
Kasım ayında Contemporary İstanbul’da bir kişisel sergileme alanım oldu, hemen ardından bu ayın 24’ünde yeni kişisel sergim var x-ist’te. Yeni yaptığım heykeller sergilenecek, teması “Mukadderat”. İş dünyası, iş adamları, iş kadınları, onların plazalardaki hayatlarını anlatıyor sanki…