Sanat geçmişi Türk sinemasına dek uzanan Kezban Arca Barıbeki, geçmişte sanat yönetmenliğinden film afişi tasarımına, pek çok alanda çalışmalar yaptı. Günümüzde ise, enstalasyon ve tablolarıyla Türkiye sanatına katkı sağlamaya devam ediyor.
Röportaj: Çisem Danacı
Grafik tasarım bölümü mezunu olmanızın yanı sıra fotoğraf, film, yerleştirme ve resimle ilgileniyorsunuz, kendi yazılarınız da bulunmakta. Bu çok yönlülüğe nasıl adapte oluyorsunuz, zorlayıcı yanları var mı?
Tam tersi, rahatlatıyor beni. Kendimden bile sıkıldığımı hissettiğim, aynı medyum üzerinde aylarca çalışmaktan daraldığım günlerde bir kaçış noktasına gereksinim duyuyorum. O zaman da imdadıma; fotoğraf, film ya da yerleştirme gibi başka medyumlar yetişiyor. Yazıları ise her zaman yazabiliyorum. Bazen de bir iş üzerinde çalışırken, iş kendini üretiyor ve farklı medyum gerektiren başka bir işi çağrıştırıyor, araya onu da sıkıştırıyorum.
Türkiye sinemasının en değerli isimlerinden Atıf Yılmaz ve Nurhan Nur’un kızı olmak, hayatınızı nasıl yönlendirdi? Bu durumun sanatınıza olan artılarından ve eksilerinden bahsedebilir misiniz?
Sanırım en büyük artısı sanatsal genlerim olmuştur. Çünkü ikisi de sinema öncesinde resimle ilgiliydiler. Annem, DGSA’ dan mezun, babam da Hukuk fakültesine devam ederken DGSA’da resim derslerine devam ediyor ve günümüzün ünlü ressamlarıyla Tavanarası ressamları grubunu kuruyorlar. Eksileri ise; başlangıçta, yıllarca, isimlerinin gölgesinde yaşayıp, sürekli kendimi ispatlamaya çalışmak.
Ailenizin izinden giderek, sinemada yer edinmeyi düşündünüz mü?
Hayır, hiç düşünmedim. Genel profilde, sinemacıların çocukları sinemacı olurlar ama benim takipçi karakterim hiç yoktur. Tam tersi, prototiplere uymaktan da hiç hoşlanmam. Onların gölgesinde kalmak ve onların adıyla anılmak istemediğim için Grafik Sanatlar eğitimi aldım ve bu konu üzerinde yıllarca çalıştım. Ama bu gölgelerden kurtulmak uzun yıllarımı aldı, ister istemez kendi çabalarımla başardığım her şeyin altında onların ismini aradı insanlar. Sinemanın arka planında çalışmaya babamın zoruyla başladım, çok sayıda filminin afişini ve sanat yönetmenliğini yaptım. “Selvi Boylum Al Yazmalım” için yaptığım afiş hala yeni baskılarıyla ortalarda.
“Selvi Boylum Al Yazmalım” filminin sanat yönetmenliğini yaptınız. Bu süreç nasıl gelişti, sizin için nasıl bir deneyim oldu?
“Selvi Boylum Al Yazmalım”ın sanat yönetmenliğini yapmadım, sadece afiş ve jeneriği bana ait. “İbo ile Güllüşah’ da sanat yönetmenliğinin yanısıra filmde kullanılan bölüm arası illüstrasyonlarını, “İşte Hayat”ta sanat yönetmenliği, “Düş Gezginleri”nde sanat Yönetmenliğinin yanı sıra, jenerik ve afiş fotoğrafı dahil set fotoğrafçılığını yaptım. Ayrıca; Selvi Boylum Al Yazmalım, Adak, Hayallerim, Aşkım ve Sen, Minik Serçe, Ölü Bir Deniz, Düş Gezginleri ve Nihavend Mucize gibi filmlerin de afişlerini yaptım. O dönemlerde de şimdi olduğu gibi genellikle üzerinde sanatçıların baş fotoğraflarının bulunduğu klasik afişler kullanılırdı, benimkiler gibi Grafik tasarımlara pek rastlanmazdı. Atıf Yılmaz her zaman çok ileri görüşlü bir yönetmendi ve beni yapmak istediklerim konusunda serbest bırakırdı. Bir iki filmde yapımcı; matbaaya ayrıca, halkın anlayacağı türden sıradan afişler yaptırmış ve iki afişi birden dağıtmıştı. O dönem, “Filmin normal afişi ve Sanat Afişi” diye bir kavram çıkmıştı. JTahmin edersiniz ki bugüne göre koşullar çok farklıydı, bütçeler sınırlı olduğu için şimdi olduğu gibi pahalı prodüksiyonlar yapılamıyordu, dolayısıyla eldeki kısıtlı olanaklarla iş kotarmak pek de zevkli değildi açıkçası, ben de zaten kendime farklı bir yön çizmek niyetindeydim. Yaptığım afişlerde sürekli baskı problemleri yaşanırdı. Örneğin “Adak” filminin afişinde üzeri rengarenk kurdeleler bağlanmış bir Adak ağacı illüstrasyonu yapmıştım, matbaa, rengi eksik basmış, afiş basıldığında renkli kurdeleler yok olmuştu ve öyle de dağıtıldı afiş. Bunlar bir insanı işten soğutmak için yeterli nedenlerdir bence.
Kadın figürlerinin, eserlerinizde önemli bir rol oynadığını görebiliyoruz. Peki ne anlatıyor bu kadınlar, neyin dışavurumu olarak varlar?
Bu kadınlar, aslında ironik bir dille, her an karşımıza çıkan, hepimizin tanıdığı kadınları anlatıyorlar. Kadınlarla ilgili okuduğum gazete haberleri birçok şeyi tetikliyor, beni motive ediyor. Birbirinin kuyusunu kazan, sınıf atlamaya çalışan kadınların yanı sıra, şiddet gören, tecavüz mağduru kadınlar da var işlerimde.
Oyuncak koleksiyonu yaptığınız biliniyor. Bu ilginç koleksiyonu yapmaya nasıl başladınız? Koleksiyonunuz dahilinde hangi oyuncaklar var?
Yıllardır topladığım Teneke oyuncak ve kutuların yanı sıra, evde, Kadın Figürinleri koleksiyonumuz, ve daha birçok farklı koleksiyonlarımız var ki saymakla bitmez. Teneke kutu merakım, annemin ailesinden kalan teneke kutularla başladı.
Oyuncaklarınız veya oyuncaklara olan ilginiz sanatınızda nasıl beliriyor?
Genelde Victorian dönemi Teneke oyuncak ve kutularını seviyor ve topluyorum ama tabii karşıma çıkan, sevdiğim yenileri de alıyorum. Evimiz oyuncak müzesi gibi… Etkilenmemek mümkün değil. Örneğin; 2000 yılında PG Art Gallery’de açtığım “Oyun” teması üzerine kurguladığım bir sergim var. Ve tabii evdeki oyuncak, figürin ve objeleri kullanarak 2005 yılında başlayıp hala üzerinde çalışmayı sürdürdüğüm fotoğraf çalışmalarıma devam ediyorum.
“Deep Blue (Derin Mavi)” isimli, oldukça sürreal bir resim seriniz var. Ne anlatıyor bu ‘derin mavi’, bir duygu durumunu mu, suyu mu?
1997 de PG Art Gallery’ de açtığım bu sergide; balıkları; insan karakterlerini simgelemek için kullanmıştım. Küçük balıklar, köpek balıkları hepsi kendi işlevlerini yerine getirmek için kompozisyonlarda yerlerini almışlardı. Bazı insanların omurgaları, balık kılçığıydı, ve resimlerin çoğunda her şeyin satılık olduğunu gösteren Barkodlar vardı.
“Deep Blue”nun bazı resimlerinde barkod çizimleri bulunmakta. Ne ifade ediyor bu barkodlar?
Barkodları, sanatın da satılık bir meta haline geldiğini vurgulamak için kullanmıştım.
2014 yılındaki ”Manzarasız Bir Oda” serginizde, Atıf Yılmaz’ın ”Aaahh Belinda” filminden uyarladığınız kısa bir video gösterildi. Bu fikir nasıl ortaya çıktı? Neden ”Aaahh Belinda”?
Bu fikir; Barbaros Altuğ, Mehmet Murat Somer ve Yiğit Karaahmet’le başka bir filmle ilgili senaryo üzerine çalışırken ortaya çıktı. Aslında Türkiye’ de zorla evlendirilen genç kızlarla, eşcinsellerin hayatlarının ne kadar benzeştiğini konuşuyorduk ve Ahh Belinda’nın, bu fikri nasıl da iyi yansıtabileceğini düşündük. Kendini; istemediği, evli ve iki çocuklu bir hayatın içinde bulan özgür kadının kimliğini, eşcinsel bir karakterle değiştirdik. Yiğit’ in ve Nurgül Yeşilçay’ın rolü kabul etmesi benim için büyük bir şans oldu. İç mimar Hakan Ezer’de “Yönetmen” rolünde çok iyi bir iş çıkardı.
“Aaahh Belinda”nın oyuncu kadrosunda Nurgül Yeşilçay, Yiğit Karaahmet ve Hakan Ezer yer almakta. Oyuncu seçimleri ve oyuncuların hangi rolleri oynayacağını nasıl belirlediniz?
Yiğit, zaten filmin olmazsa olmazıydı benim için. En başından bu role çok yakıştırmıştım onu. Nurgül Yeşilçay ise çok ileri görüşlü bir kadın, sanatla da çok ilgili. Benden bir Fotoğraf almak için atölyeme geldiğinde tanışmıştık. O zaman ayrılırken, “Kısa film projen olursa seve seve oynarım” demişti. Aslında ondan başkasının bu rolde olamayacağını düşünüyordum. Ben de bir süre sonra, bu sözden cesaret alarak teklifimi yaptım ve ne kadar şanslıymışım ki, herkes rolüne süper oturdu. Hakan Ezer de aradığım yönetmen tipine çok uygundu, bir ara oyunculuk dersleri aldığını da biliyordum. İki hafta kadar atölyede Yiğit’le ikisi prova yapıp rollerini ezberlediler.
Geçtiğimiz yıl, Contemporary Istanbul’a bir tabure serisi ile katıldınız. Bu seriden bahsedebilir misiniz? Eserlerinizin tabureleri süslemesi fikrine nasıl karar verdiniz?
Aslında Contemporary İstanbul’da sadece taburelerim değil, ALANİstanbul’ da bir tual resmim de vardı. Tabure yapmayı hep düşünüyordum ama bir türlü uygulama fırsatı bulamamıştım. Sonra yapayım ne kaybederim diye düşündüm, iyi ki de yapmışım, çok sevildi. Susan Mc Murrain, Contemporary’de yeni bir uygulama olan Tasarım bölümüne tabureleri koymayı teklif ettiğinde severek kabul ettim. İyi ki de koymuşuz, umduğumuzdan çok fazla sayıda yerli ve yabancı alıcıya ulaştı.
Eserleriniz vasıtasıyla izleyiciye pek çok duygu geçişi oluyor. Ancak ‘mutluluk’, bunlardan biri değil gibi. Bu görüşe katılır mısınız?
İyi bir gözlemcisiniz. Resimlerimi seven ama yanlış algılayan çok kişi var. Pop renklere, parıltılara, ya da eğlenceli olmak için yaratılmış objelere bakıp, işin anlatmak istediği gerçek ve oldukça acı öyküyü gözden kaçırıyor, insanların çoğunluğunda olan, sadece gördüğünü, üzerinde düşünmeden en kolay yoluyla anlama tuzağına düşüyorlar.
Önümüzdeki dönemde bizi bekleyen bir projeniz var mı?
Bir süre önce, annemi bir gün kaybedebileceğim fikri nedense kafama yerleşmişti. Birçok resim ya da fotoğraf çalışmamda fotoğraflarını kullandığım olmuştu ama bu kez sadece onunla ilgili bir iş yapmak istedim. Geçmiş dönemlerinden ünlü filmlerindeki fotoğraflarında giydiği giysileri, yaşlı bedeninin yeni ölçülerine göre yeniden diktirdim, aksesuarları aylarca aradım ve aynı pozları verdirerek fotoğrafladım. Sonra da üzerinde fotokolaj olarak çalıştım. İyi ki de yapmışım bu çalışmayı, biliyorsunuz 2 ay önce annemi kaybettim. Bu seriden ilk fotoğraf; Merih Akoğul küratörlüğünde, 6 Haziran’da, Aksanat’ da açılacak sergide yer alacak. Hala bu seri üzerine çalışmaya devam ediyorum. Bittiğinde konsepte uygun bir yerde sergileyeceğim. Ayrıca önümüzdeki aylarda, Kitsch Oda Projeleri’imden “Nereye Kadar?…” Elgiz Müzesi’nde yerini alacak, onun kurulumunu yapacağım.