Eugene Henri Paul Gauguin, (7 Haziran 1848, Paris – 8 Mayıs 1903) Post-Empresyonist bir Fransız ressamdır.
Eugene Henri Paul Gauguin, 7 Haziran 1848’de Paris’te doğdu.1851’de ailesiyle birlikte Peru’ya yerleşti. Babası yolculukları esnasında ölmüştür. Peru’da annesi, kızkardeşi ve amcasının ailesiyle birlikte 4 yıl beraber yaşar. 1855’te annesi ile birlikte Fransa’ya dönerek Orleans’da okula başlarmıştır. Değişik ülkeleri tanımak amacıyla 16 yaşında ticari deniz filosuna katılmış ve Rio de Janeiro’ya giden Luzitano adlı gemiye stajyer olarak girmiştir. 1868’de donanmada da görev yapmış ve böylece dünya denizlerinde tam altı yıl dolaşmıştı. 1871’de Paris’e dönerek borsacılığa başladı. Gauguin işadamı olarak çabuk başarı kazanmıştır. 1873’te Mette Sophie Gad adlı Danimarkalı bir kadınla evlenen Gauguin’in sonraları 5 çocuğu olur.
Gauguin izlenimci resimler satın alıp koleksiyon yapmaktaydı. Boş zamanlarını değerlendirmek için resim yapmaya başlar. Gauguin’in sanata, özellikle izlenimci resme başlamasında belirleyici rol oynayan kişi, hem resim kuramı hem de resim tekniği üstüne ona tavsiyelerde bulunan Camille Pissarro olmuştur. Pissarro, Gauguin’in hem arkadaşı hem de sanatsal akıl hocasıydı. 1879’da Pissarro’nun daveti üzerine izlenimcilerin dördüncü sergisinde resimlerini sergiledi.
Bu tarihten itibaren izlenimci sergilere katkıda bulundu, organizasyon çalışmalarına etkin bir biçimde girişerek yeni sanatçıları, yapıtlarını grupla birlikte sergilemeye davet etti. Gauguin ayrıca borsadaki işini de sürdürüyordu. Ama sanat Gauguin’in yaşamındaki bütün diğer ilgi alanlarını yavaş yavaş ikinci plana itiyordu. 1880’de yaptığı “Çıplak Çalışması, Suzanne Dikiş Dikiyor” ilk olarak 1881’deki altıncı izlenimciler sergisinde olumlu karşılanmış ve Gauguin’in işini bırakıp ressamlık üzerine yoğunlaşması için onu cesaretlendirmişti. Gauguin izlenimcilerden etkilenmiş ve onlarla birlikte resimlerini sergilemiş olsa da yeni bir tarz arayışına girmişti.
1883’te bir mali kriz nedeniyle borsada yaşanan bunalım Gauguin’in borsacı-sanatçı olarak sürdürdüğü çifte yaşamın birdenbire sona ermesine neden oldu. Böylelikle resim yapmaya yoğunlaştı. Parasal sıkıntıları nedeniyle eşi Mette’nin memleketi Kopenhag’a gitmeye karar verdi. Burada yeni bir iş kurmaya çalıştıysa da başarılı olamadı. 1885’de eşini ve dört çocuğunu Danimarka’da bırakarak altı yaşındaki oğlu Clovis’le birlikte Paris’e döndü. Paris’teki yılları yaşamındaki en zor dönemi olmuştu. Oğluna bakabilmek ve geçimini sağlayabilmek için sokaklara afiş yapıştırarak yaşamaya çalışıyordu. Kentte aradığını bulamayınca, çareyi taşraya çekilmekte buldu. Oğlunu Danimarka’ya annesinin yanına gönderip 1886 yazında, Bretanya’nın Atlantik kıyılarındaki küçük bir kasabası olan Pont-Aven’a taşındı. Burada ressam Emile Bernard’la arkadaşlık kurdu. Kendini bütünüyle resme adamıştı. Buranın manzarasını ve yerlilerini, resimleri için daha sonra tekrar tekrar döneceği zengin bir tasvir kaynağı olarak görmüştü.
Pont-Aven’de yaklaşık altı ay geçirdikten sonra şansını tropik ülkelerde denemek istedi. Tropik ülkelere olan tutkusu bir yandan uygarlıktan kaçış, diğer yandan da Güney Amerika’da geçirdiği çocukluğunun mutlu günlerini yeniden yakalama çabasıydı. İlk girişimini 1887’de Pont-Aven ressamlarından arkadaşı Charles Laval ile birlikte Panama’ya giderek gerçekleştirdi. Burada kısa bir süre kaldıktan sonra iki arkadaş Martinik Adası’na geçtiler. Burada resimlerini canlandıran tropikal ışığı ve rengi keşfederek adanın egzotik bitki örtüsü ve manzaralarını konu alan birkaç resim yaptı. Bu resimler, düz ve daha sıcak renklere yaklaşmasını sağlamıştı.
Sağlık durumunun bozulması onu Fransa’ya dönmeye zorladı. Paris’te birkaç ay kaldıktan sonra 1888’de tekrar Bretanya’ya, Pont-Aven’e gitti. Bu sefer ilkelci yöntemlerle arayışları yeni bir biçem doğurdu: Kluazonizm (Cloisonnism). Kalın çizgilerle bölmelere ayrılan ve bu bölmelerin aralarının saf renklerle boyandığı bu tekniği, arkadaşı Emile Bernard ile iyice geliştirdiler. Ayrıca, Gauguin izlenimci dünya görüşü yerine artık kendi iç görüşlerini tasvir etmeye çalışıyordu. Resimlerinde anlamları hemen fark edilemeyen imgesel ve sembolik temalar kullanmaya başlamıştı.
1888’de Vincent van Gogh Fransa’nın güneyinde Arles’a taşıntılar. Gauguin’i yanına davet etmiş ve birlikte birkaç ay çalışmayı beraber çalışmışlardı. Bu iki sanatçı, ressamlar topluluğu oluşturma düşleriyle ortak bir noktada birleşiyorlardı. Paris’deki bir galeriyi yöneten Van Gogh’un kardeşi Theo’nun yardımıyla Gauguin Ekim ayında Arles’a gitti. Van Gogh’la birlikte geçirdikleri süre içinde zaman zaman aynı konulara yöneldiler, bu noktada görsel deneyimlerini yorumlayışlarındaki farklılık daha da belirgin hale geldi. Ortak çalışmaya başlamalarıyla aralarının açılması uzun sürmedi.
Aralık’ta Gauguin’in Arles’teki ikinci ayında durum iyice kötüleşti. Van Gogh’un bunalım geçirerek sol kulağını kesmesi sonucu Gauguin Paris’e döndü. Burada simgecilerin buluşma noktalarından Cafe Voltaire uğrak yeri oldu. Sembolist sanat çevrelerine kabul edildi ve bu hareketin içinde onların tartışmalarına katıldı. Gauguin yine tropikal bölgede yaşamak ve çalışmak için Fransa’yı terk etmeye karar vermişti. Çıkacağı uzun yolculuk için resimlerini paraya dönüştürebileceği bir açık artırma düzenledi. Sembolist dostları tarafından Cafe Voltaire’de görkemli bir uğurlama düzenlendi. Kopenhag’daki ailesini kısa bir ziyaretten sonra 1891 Nisan’ında Tahiti’ye doğru yola çıktı.
Gauguin, önce Tahiti’nin başkenti Papeete’ye yerleşti. Geleneksel Tahiti yaşam biçimini, geleneklerini, kültürünü temsil eden temalar bulamayınca Tahiti’nin güney kıyısına Mataeia’ya taşındı. Burada bir kulübede yaşamaya başladı. Yaptığı ilk resimlerde, bu adanın yalnızca çevresel özelliklerini yakalamaya çalışmıştı. İlk Tahiti manzaralarını da burada yaptı. Tahiti’de yaptığı ilk portrelerden biri “Çiçekli Kadın” oldu. Avrupa tarzı bir elbise giymiş Tahitili bir kadın tasvir edilmekteydi. Bu resimde olduğu gibi buradaki kompozisyonları; oturan, ayakta duran ya da yatan bir iki figür üstüne kuruluydu ve bu figürler arasında anlatısal bağ yoktu. Gauguin sanatsal anlamda aradığını Tahiti’de bulmuştu. Ama mutlu günleri uzun sürmeyecekti. Tahiti’deki üç yılı verimli olmasına rağmen hastalık ve para sıkıntısı Gauguin’i 1893’de tekrar Fransa’ya dönmek zorunda bıraktı.
Tahiti’ye yaptığı ilk yolculuğu ve tecrübelerini “Noa Noa” adlı kitabında anlattı. Amcası Isidore’dan kalan miras, durumunu düzeltmesine yardımcı oldu. Bu parayı yeni bir atölye kurmak için kullandı. Gauguin bu sıralarda Paris’te Cavalı Annah ile tanıştı. Bir süre birlikte yaşadılar ve “Cavalı Annah” adlı tablosu bu dönemde ortaya çıktı. Gauguin’in Annah ile birlikte, yeni esin kaynağı bulma umuduyla tekrar gittiği Kuzey Fransa’daki yolculuğu trajediyle sona erdi. Ayak bileği ömrünün sonuna kadar tam iyileşemeyecek şekilde kırılmıştı. 1895’te yeniden Tahiti’ye gitmeye karar vererek yola çıktı.
1896’da derin bir depresyon geçirirken ikinci Tahiti dönemi olarak anılacak göz alıcı resimler yaptı. Bu döneme ait resimlerinde hülyalara dalmış Tahitili kadınları durağan halleriyle tek başına, çift ya da grup halinde, kulübelerinin önünde ya da içinde tasvir etmişti. Artık tablolarının boyutları da sık sık anıtsal büyüklüklere ulaşıyordu. Resimlerinde, ilkel dünyayla uygar dünya arasındaki karşıtlıkları irdelemeye, ayrılıkları ortaya koymaya başladı. “Çalışmıyorlar” resmiyle Avrupa’daki çalışma anlayışıyla, Tahitililerin her şeyi olduğu gibi benimseme yaklaşımını karşılaştırıyordu. Bu arada sağlık durumu kötüye gitmiş, parasal sorunları da başlamıştı. 1897’de on altı yaşındaki kızı Aline’nin ölümüyle büyük bir üzünç içinde dayanılmaz fiziksel acılar çekmişti.
Bütün bu olumsuzluklara rağmen insanlık durumunun bir görsel yorumunu çok büyük boyutlarda bir tuvale aktardı. Gauguin vasiyeti niteliğinde gördüğü “Nereden Geliyoruz? Biz Neyiz? Nereye Gidiyoruz?” adlı resmini tamamladı. Resmini bitirdikten sonra aşırı dozda arsenik içerek intihar girişiminde bulundu. Hastaneye kaldırıldı ve iyileşti. Tahiti’deki yaşantısı da gitgide düzeliyordu. Artık yeni dostlar ediniyor, saygı görüyor, üstelik resimleri de beğeniliyor ve önemseniyordu. “Tahitili İki Kadın Mango Çiçekleriyle” çalışmasında olduğu gibi, yaşantısı yaptığı resimlere yansımıştı.
Gauguin, 1901’de son ikameti olacak Markizler’deki en büyük adalardan Hiva Oa’da Atuona’ya taşındı. İki yılını geçirdiği bu adada ayçiçekli natürmortlar ve bazı manzara resimleri yaptı. 1903’te kilise ve yönetimle yaşadığı bir problem sebebiyle para ve üç ay hapis cezasına çarptırıldı. 8 Mayıs’ta, Atuona’daki evinde hastalanarak hayatını kaybetti. Atuona yakınlarındaki küçük bir mezarlığa gömüldü.