Paul Klee, Alman kökenli İsviçreli ressam. İlk olarak oryantalizmi öğrenen Klee, kendisine özgü tarzı ile dışavurumculuk, kübizm, gerçeküstücülük gibi pek çok akımda etkili oldu. Sanatçı renk teorisi hakkında çok fazla tecrübe sahibiydi ve bu tecrübelerini yazdı. Çalışmaları ressamın çocuksu perspektifini, mizah anlayışını, kişisel hislerini, inançlarını ve müzikselliğini yansıttı. Klee ve Rus ressam arkadaşı Wassily Kandinsky, Bauhaus okulunda eğitmenlik yapmalarıyla da ünlendiler.
Ekspresyonist, Sürrealist Ressam Paul Klee 1879’da İsviçre Bern yakınlarındaki Münchenbuchsee’de doğdu. Müzisyen bir ailenin ikinci çocuğu olarak dünyaya geldi. Yaşamının ilk yıllarında müziğe ilgi duydu ve 1886 – 1890 yılları arasında Municipal Music School’da keman dersi aldı. Ancak, daha sonra ilgisi müzikten görsel sanatlara kaymaya başladı.
Ailesinin karşı çıkmasına rağmen 1898’de Heinrich Knirr’in stüdyosunda derse başladı. Çizimlerinde çok başarılı olmasına rağmen renk konusunda sıkıntılar yaşamaya başladı. 1901’de arkadaşı Hermann Haller ile İtalya seyahatine çıktı. Roma, Floransa ve Napoli’yi gezerek geçmiş ustaların resimlerini incelediler. İtalya dönüşünde bir müddet ailesinin yanında kaldı ve müzikle uğraştı. Bu arada anatomi çalışmalarını geliştirdi.
1911’de Alfred Kubin ile ardından August Macke ve Wassily Kandinsky ile tanıştı. Bir süre sonra birlikte Der Blaue Reiter grubunu kurdular. Ancak, sanatının dönüm noktası, August Macke ve Louis Moilliet ile birlikte Tunus’u ziyaret etmesi ile gerçekleşti. Ressam, oradaki ışığın kalitesinden çok etkilendi. Bu konuyla ilgili şöyle yazdı: “Renk beni sahiplendi. Onu kovalamayı bıraktığım anda biliyordum ki beni sonsuza kadar kavrayacaktı. Renk ve ben biriz. Ben bir ressamım.” Bu aşamadan sonra teknik başarısına renk kullanımındaki başarısına da ekleyerek, bu ikisini birleştirdiği ”Dramatik Tablolar” ismini verdiği bir seri yaptı.
1930’ların ilk yarısında Klee kariyerinin doruğundaydı. 1930’ların sonunda, Kandinsky ve Picasso’yu ziyaret etti. Bu dönemde çoğunlukla ağır çizgiler ve daha geniş renk bloklarına sahip geometrik formlar kullandı. Renk paleti ise parlak renklerden mat renklere değişiklik gösteriyordu. Bu değişikliğin sebebi büyük ihtimalle iyimserlik ile kötümserlik arasında gidip gelen ruh halini yansıtıyordu. 1937’de Almanya’ya dönen ressamın on yedi tablosu Naziler’in düzenlediği “Dejenere Sanat” sergisinde gösterildi ve 102 eseri Naziler tarafından yok edildi.
Tablolarının sınıflandırılması zor bir sanatçı olsa da farklı dönemlerde Dışavurumculuk, Kübizm, Fütürizm, Gerçeküstücülük ve Soyut sanat gibi akımlarla bağdaştırıldı. Genellikle, dönemdaşı olan sanatçılardan ayrı çalışan ressam, yeni sanat akımlarını kendine ait bakış açısıyla yorumladı. Metotları ve teknikleri olağandışı bir şekilde yaratıcıydı.