.artSümer, 13 Eylül – 17 Ekim 2025 tarihleri arasında Deniz Üster’in Tutuşma ve Kavuşma: Biz’in Nehri başlıklı ikinci kişisel sergisine ev sahipliği yapıyor.
Tutuşma ve Kavuşma: Biz’in Nehri, sanatçının spekülatif ve araştırma odaklı bir yaklaşımla yaşamın kökenlerini ve kolektif varoluşun evrimini incelediği son dönem üretimlerine odaklanıyor.
Deniz Üster’in sanatsal pratiği, mikroorganizmalardan minerallere tüm varlıkları kapsayan radikal bir çoğulculuk anlayışını, dunyadaki yaşamın içinde ve ötesinde bir adalet arayışıyla birleştirir. Sanatçının eserleri, bu birleşimden doğan etik muğlaklıklar aracılığıyla izleyiciyi pasif bir gözlemcinin ötesine geçmeye davet ederek performatif bir alan yaratır. Bu bağlamda Üster, temel metodolojisi olan bilimkurguyu kullanarak doğada kurgusal bir dönüşüm tasarlar ve bu dönüşümü, alternatif toplumsal ve ekonomik sistemler için bir önerme olarak sunar.
Sergiye adını veren Tutuşma ve Kavuşma: Biz’in Nehri, yaşamın ortaya çıkışı ve kolektif varoluşun evrimi arasındaki ikili dinamiği yansıtan merkezi bir metafordur. “Tutuşma” (Ignition), ilk kıvılcımı—bu ister arkaik abiyogenez, ister neoterik tür canlandırma olsun—temsil ederken, “Kavuşma” (Confluence) ise, iki nehrin birleşerek tek ve daha güçlü bir bütün oluşturması gibi, kolektif eylemin sürdürücü gücünü simgeler.
Üster’in sergide yer alan heykelleri, “en güçlünün hayatta kalması” ilkesine dayanan hakim evrimsel paradigmaları sorunsallaştırır. Sanatçı, ösosyallikten biyolojik kolonilere, cıvık mantarlardan bakteriyel özgeciliğe dek uzanan kolektif varoluş biçimlerini referans alarak, bireysel rekabetin aksine, özveri ve işbirliğinin özellikle kriz anlarında türlerin devamlılığı için temel bir strateji olduğunu savunur. Bu etik katmanlı karşılaşmalar aracılığıyla Üster, insanlığın kendisini biyolojik olarak daha basit ancak sosyal olarak daha gelişkin yaşam formlarına göre yeniden modellediği spekülatif bir toplum önerisi sunar.
Yaşamın başlangıcına dair bilimsel ve spekülatif anlatılar, serginin merkezinde konumlanan desen serisi aracılığıyla somutlaşır. Bu çalışmalar, jeolojik başlangıç noktası olan Zirkon kristalinden biyolojik karmaşıklığa doğru bir rota çizer. Bu rota üzerinde hücre zarının oluşumu, homokiralite problemi, kil hipotezi ve nihayetinde çatı kavram olan abiyogenez gibi kilit duraklar yer alır.
Zamanın ve biyolojinin makro ölçeklerini tek bir düzlemde kesiştirerek Üster, birey merkezli tahakküm anlatısının karşısına radikal bir kolektivite öneren bir sentez sunar. Bu bağlamda, sergideki eserler bütünü, izleyiciyi kendi varoluşunu bu kadim ve temel akışın bir parçası olarak yeniden konumlandırmaya davet eden bir çağrı niteliğindedir.