Zevkli ya da zevksiz; güzel ya da çirkin; iyi ya da kötü. Tüm bunlar insanlar arasında tarih boyunca tartışmalara neden olmuş ikilemlerdir. Tüm sanat eserlerinde olduğu gibi filmlerin de “iyi” ya da “ kötü” olduğunu belirleyen genel geçer unsurlar muğlaktır.
Bir filmi iyi yapan unsurlar nelerdir? Bu soru sonsuza dek tartışılabilir ama bir sonuca varmak tamamen ayrı bir durumdur. İçindeki büyük ilhamla, iyi ya da kötü bir sinema deneyiminin ne olduğunu tanımlamak için can atacak bir izleyici kitlesine, bugün her yerde rastlayabilirsiniz. Bahsetmiş olduğum gibi “İyi” ya da “kötü” kavramları elbette göreceli olmakla beraber, birçok soru işaretini ve tartışmayı da yanında getirir. Kısa sürede kült kategorisine yerleşen Showgirls (1995) kimileri tarafından bir sanat eseri olarak değerlendirilse de kayda değer bir çoğunluk filmin büyük bir fiyaskodan ibaret olduğu görüşünde. Öyle ki günümüzde bile, film üzerine çeşitli tartışmalar devam etmekte ve izleyicileri ikiye bölmektedir.
Paul Verhoeven ve Joe Esztherhas tarafından, cesurca beyaz perdeye aktarılan satirik (ya da öyle olduğu iddia edilen) film birçok açıdan ortalama bir melodramadan öteye gidemiyor. Bununla birlikte All About Eve (1950), 42nd Street (1933) filmlerine yönelik bolca gönderme (ya da aşırma) kolayca göze çarpıyor. Genel çerçevede pop kültürünün yarattığı boş hayaller üzerine bir film olduğunu söylemek de çok yanlış olmayacaktır. Film yapısal özellikleri dahilinde gidişatını oldukça erken açığa vuruyor.
Hikayenin yönünü anlayabilmek için filmin başlamasından itibaren sadece birkaç dakika üzerine düşünmeniz yeterli. Hikaye genel hatlarıyla şu şekilde ilerliyor: Cheeseburger sever ve hedonist Naomi Malone (Elizabeth Berkley) yıldız olma hayalleriyle Las Vegas’a gelir. Otostop çekerken bindiği araçta kısa bir süreliğine dikkati dağılan Naomi, valizini çaldırır. Fakat bu arada tanıştığı Molly (Gina Ravera) sayesinde talihi değişmeye başlar. Şöhretli bir dansçı olabilmek ve gökyüzündeki yıldızların arasına ismini kazıyabilmek için yalan söylemek ve insanları arkasından bıçaklamak zorundadır. Hırsın ve başarının hız treninde ilerleyen Naomi’inin başından geçenleri izleriz film boyunca. Tahmin edersiniz ki işin özü çıplaklık ve erotizm olduğunda senaryo ikinci planda kalır. Showgirls’te de bu gelenek değişmiyor ve senaryodan çok dans gösterileri ön plana çıkıyor.
Fakat yine aynı yönetmene ait olan Basic Instinct (1992) kadar etkileyici bir erotizmden de bahsetmek mümkün değil. Oyunculukların da oldukça vasat olduğunun altını çizmek gerekiyor. Bu nokta da göz önüne alındığında, filmde çıplaklıktan başka hiçbir unsur kalmıyor. Özetle Showgirls tıpkı Basic Instinct’te olduğu gibi izleyiciyi erotizm ve tehlikelerle dolu bir dünyanın içine çekiyor. Fakat çıplaklığın çok fazla oluşu ve voyeurism bir noktada izleyiciyi duyarsızlaştırarak filmin çekiciliğinin yok olmasına sebebiyet veriyor. Yine de heyecanlı müzikler eşliğinde gerçekleştirilen ihtişamlı dans şovları izlemek istiyorsanız, Showgirls bu anlamda rakibi olmayan bir yapım.
Yazar: Eren SAMANCIOĞLU