C24 Gallery’nin temsil ettiği dünyaca ünlü sanatçı Carole Feuerman, hiperrealistik heykel sanatının öncüleri arasında yer alıyor. Feuerman’ın yüzücü heykelleri, bugüne kadar pek çok uluslararası sanat fuarında izleyenleri büyüledi. Feuerman, su ile olan ilişkisini sanatı çerçevesinde bizlere anlattı.
Röportaj: Çisem Danacı
Çalışmalarınız kıtalar arası bir üne sahip. Sanat yolculuğunuz nasıl başladı?
Sanat yapmak hayatım boyunca benim için tutkuydu. Hayatı ve sanatı deneyimledikçe, işlerimin formu da evrildi ve derinleşti. Sanat yaratmaya olan sevgim de sürdü.
Queens’de büyüyen bir çocuk olarak, kendimi sanat alanında kariyer yapmaya adamıştım. Beş yaşındayken, büyükbabama evin dekorasyonunda ve mobilyaları sprey boyayla boyarken yardım ettim. Beşinci sınıf öğretmenim, yeteneğim olduğunu belirterek, her hafta sınıfa çizim dersleri vermemi istedi. Lisedeyken ilk resmimi sattım. Bunun, beni bir profesyonel yaptığını düşünmüştüm. Hofstra University, Temple University ve School of Visual Arts’da eğitim aldım. Öğrenimim sürecinde okul masraflarımı karşılayabilmek için, illüstratör olarak çalıştım. Sonunda da, 1967 yılında, güzel sanatlarda yüksek lisans diplomamı aldım.
Sonraki on yıl illüstratör olarak çalışmaya devam ettim. Art Directors’ Club’dan aldığım dört tane Merit ve Rolling Stones World Tour Book için hazırladığım resim için Society of Illustrators’dan aldığım da dahil olmak üzere, çok sayıda ödül aldım. Daha sonrasında Alice Cooper’ın World Tour Book’u için yaptığım resim, yine Society of Illustrator’dan altın madalya aldı. Sonrasında aynı resim, NY Historical Society’de sergilendi.
İlerleyen zamanlarda üç boyutlu illüstrasyonlar yapmaya başladım. 1975 yılında, ilk canlı çekimimi National Lampoon Magazine için gerçekleştirdim. Bu deneyim benim için ani bir aydınlanma yarattı. 1974 yılında, illüstrasyondan güzel sanatlara doğru ilerlemeye başladım. Başka birinin fikirlerini illüstre etmektense, kendi duygularımı ifade edebileceğim eserler yaratmam gerektiğine karar verdim. Kariyerime “Erotik Sanat” konusu başlığında eserlerle başladım. Sonraki üç sene boyunca kendimi, insan formunun erotizmini çalışmalarıma taşımaya adadım. Bu projenin adını “Fragments” koydum. Bu eserler, Texas’taki MJS Gallery’de, ilk solo sergimde sergilendi. Ancak fazlasıyla tartışma yarattı ve açılış gecesinin ardından kapatıldı. Yine de bu durum, MJS Gallery’i eserlerimi, 1979 yılında İsviçre’de gerçekleşen Basel fuarına taşımaktan alıkoymadı.
Kısa bir süre sonra, yüzücüler ve banyo yapan bedenler yaratmaya başladım. Bu bedenler, şeffaf su damlaları ile süslendiler. 1980 yılında, ikinci kişisel sergim olan “Sensuality and Spirituaslim”i gerçekleştirdim. İşadamı ve koleksiyoner Malcolm Forbes bir gün galeriye geldi ve şovumdan on üç tane heykel satın aldı. Bay Forbes, kariyerimi hızlandırmama katkı sağladı.
1986 yılında, resim yapmayı bir kenara bırakarak, beyaz mermerden bir heykel serisine başladım. Bu çalışma aşıklar, arkadaşlar ve aile üyeleri arasındaki duygularla ilgiliydi. “Relationship” isimli bu seri için 15 adet heykel yarattım. Bu heykeller daha önceki eserlerimden farklıydı, çünkü mermerden yapılmıştı ve daha soyut kavramları keşfediyordu. Heykellerin ön yüzleri hiper gerçekçiyken, sırtlar soyut olarak çalışılmıştı.
1989’da, Absolut Vodka tarafından başlatılan bir kampanyada, pek çok öncü sanatçı ile çalıştım. Bu deneyim, kariyerim için başka bir büyük fırsat oldu. Üç büyük Amerikan kentini dolaşan kamyonlardaki cam muhafazalar içinde, aynı derecede gerçekçi ortamlara yerleştirilen, altı tane gerçek boyutlu hiper-realistik heykel yarattım.
1990’da Sotheby’nin New York “Çağdaş Sanat Part II” müzayedesinde dev heykellerimden biri açık arttırmaya çıkarıldı. Onuncu kez, bir eserim açık arttırmaya çıkarılmıştı ve şimdi müzayede evleri içinde bir rekorum var. “Scuba Diver” heykelim 35.750 doların üzerinde bir fiyatla satıldı. 1993 yılında, Florida’daki International Swimming Hall of Fame Gallery’de, yüzücü heykellerimden oluşan bir kişisel sergim düzenlendi. “Wet Is Wonderful” adlı şov çok popüler oldu. Orada olimpiyat yüzücülerinden Greg Louganis ve diğerleri ile tanışma imkanım oldu.
1996’da Beyaz Saray’a ilk davetimi aldım. Başkan Clinton’a portre yapmayı düşündüm. Bu yılın ilerleyen zamanlarında anonim bir bağışçı, “Islamorada” adlı heykelimi başkana armağan etti. 1997’de Beyaz Saray küratörü Rex Scouten beni oraya ikinci kez davet etti. Mavi Oda’da Hilary Rodham Clinton ile 45 dakikalık bir görüşmem vardı ve kişisel koleksiyonu için genç bir kızın tasvir edildiği “Blue Beret” isimli heykelimi satın aldı.
1998’de insan formunun parçalı versiyonlarını yaratarak, yağ ve reçine heykellerim üzerine çalıştım. 90’ların ortalarında bronz heykeller yapmaya başladım.
Hiperrealistik heykeller yaratmayı çok seviyorum. Özellikle de yüzücüleri, bunu ‘hayat sevinci’ni kutlamak için bir yol olarak görüyorum. Heykellerimin tanınırlığı, tarzımın yarattığı fiziksellikten geliyor. Çalışmalarımdaki gerçekçilik, barışçıl huzur ve dengeden enerjiye doğru gerçek duygular ve fiziksel haller oluşturma arzusundan kaynaklanıyor. Kendi derileri içinde rahat olan insanların heykellerini yapıyorum.

Duane Hanson ve John De Andrea ile birlikte, hiperrealizm akımının öncüleri arasında yer alıyorsunuz. Bu akıma nasıl geçiş yaptınız? Neden sanatınıza bu düzlemde devam etmeyi tercih ettiniz?
Ben daima insan bedenini keşfetmekten, jestlerimizin ve beden dilimizin ardındaki anlamları aramaktan zevk alan bir ‘realist’ olmuşumdur. Hiperrealistik heykeller yapmaya bayılıyorum. Kumaş ve aksesuarları yontarak, görsel bir illüzyon deneyimi sunuyorum. Metali, ete dönüştürmek harika bir duygu. Hiperrealistik heykel, karmaşık insan estetiğini o kadar mükemmel yakalar ki, figürlerin canlı olduğu ve nefes almaya devam ettiği sanılabilir. Çoğunlukla kil, reçine ve silikondan faydalanan hiperrealist heykeltıraşlar, cildin sarkıklıklarından ve eğrilerinden, kepek dolu saç diplerine kadar her şeyiyle, 3 boyutlu modeller yapar ve boyarlar. Tek bir detay bile ihmal edilmez. Bu heykellerin yapımının neden aylar, hatta bazen yıllar sürdüğünü anlamak zor değil. İmkansızlık derecesinde gerçekçidirler ve kendi kabuğumuzun, kırışıklıklarımızın, katlar, yağlı gözenekler ve insan vücudunun farklı şekil ve boyutlarıyla, kendi bedenimize dair duyduğumuz doğal merakın bir ürünü olarak doğarlar.
Eserleriniz, bu yıl bir kez daha Venedik Bienali’nde izleyiciyle buluştu. Uluslararası bir sanat bienaline pek çok defa katılmak, size sanatın ve sanat takipçisinin değişimi konusunda somut bilgiler veriyor olmalı. Aradan geçen yıllar içerisinde, sanat dünyasının bakış açısında nasıl bir değişim gözlemlediniz?
Genellikle “sanat dünyasının olimpiyatları” olarak anılan 57. Venedik Bienali bu yıl, yüzlerce uluslararası çağdaş sanatçının eserlerini sergiledi. Çılgın performans sanatından, sanat dünyasının tiranlarına (Britanya’dan Phyllida Barlow ve Amerika’dan Mark Bradford akla gelen yalnızca iki isim), az bilinen sanatçılara Venedik Bienali, dünyanın en prestijli çağdaş sanat sergisidir. Venedik şehrinin tamamı sanata dönüştürülür. Her şeyi ve hiçbir şeyi görürsün. Ziyaretçiler hem çağdaş sanat dünyasında ne olup bittiğine dair bilgi edinir, hem de o dünyaya katılma zevkini tadarlar. Hem sanatçılarla tanışma şansı elde ederler, hem de milyonlarca sanat izleyicisinden biri olurlar.
Bienal yıllar boyunca büyük değişiklik gösterdi. Başlangıçta sergi küçüktü ve İtalyan sanatçılar üzerinde yoğunlaşıyordu. Bugün ise, açılışından itibaren yedi ay içerisinde, bir milyondan fazla sanatsever tarafından ziyaret edilen, dünya çapında bir sanat sergisi.

Heykellerinizde önceliği kadın bedenlerinin aldığını görmek mümkün. Biz izleyiciler için pek çok farklı şey ifade ediyor bu kadınlar; ancak sizin için, yani yaratıcıları için, ne ifade ediyorlar?
Yaptığım her heykel bir hikaye anlatıyor. Bunlar bazen benim hikayelerim ve bazen de anlatmak istediğim hikayeler oluyor. Yaptığım sanat da insan figürü üzerine yoğunlaşmış, çok çeşitli kişisel duygulara dokunuyor. 2005 yılında, “Grande Catalina” olarak anılacak ilk anıtsal yüzücüyü yaptım. Bu heykel, “Survival of Serena” adlı bir diğer anıtsal yüzücü eserimle birlikte, ilk kez İtalya’daki Floransa Bienali’nde sergilendi. Yağmura ve soğuğa rağmen bu yüzücüler, ziyaretçiler tarafından çekilen binlerce fotoğraf için poz verdiler.
“Quan” isimli çalışmam, bir fitness topunda dengede duran, yoga pozisyonundaki bir kadının heykeli. “Quan”, ismini Çin kültüründeki ‘Merhamet Tanrıçası’ndan alıyor. Quan, Guanshiyin’in kısaltması, yani ‘dünyanın seslerini (veya ağlamalarını) gözlemlemek’ anlamına gelir. “Quan” ayrıca, ‘bütün’ ve ‘eksiksiz’ kelimelerinden türetilmiştir. Tanrıça, geleneksel olarak, aşağıya bakarken veya aşağıyı izlerken tasvir edilir. Bu da onun, dünyayı gözlediğini ve koruduğunu sembolize eder. “Quan”, dünyayı simgelemek üzere tasarlanmış paslanmaz çelik bir kürede mükemmel bir şekilde dengededir. Onun duruşu ve durumu, zihinsel ve duygusal istikrarı, sakin davranışı ve yargıyı, çalıştığım şeyleri ve Olimpiyatların en yüksek ideallerine bağlı kalmak için koruduğu durumlarını temsil eder. İzleyici heykelin önünde durduğunda, cilalı paslanmaz çelik topun yüzeyinde kendisinin yanı sıra çevresindekilerin de yansımalarını görebilir.
“Golden Mean” heykeli ise, on altı metre boyunda, ellerinin üstünde dengede duran, dalmaya hazır bir erkek yüzücüdür. İsmi, denge ve orantıyı açıklayan gerçek matematiksel oranı -altın oranı- ifade eder. Hem atalarımız hem de modernler, güzellik ile gerçek arasında matematikte yakın bir ilişki olduğunu fark ettiler. Şair John Keats, “Ode on a Grecian Urn” kitabında şu şekilde ifade etmiştir: “Güzellik gerçektir, gerçek güzelliktir”. Aristo’ya göre ‘Altın Oran’, iki uç olan, aşırılık ile hiçlik arasındaki arzu edilen bir orta yerdi. Budist felsefe de bu orta yol kavramını içerir; her iki uç noktadan birine fazla yakın olmak, birinin düşmesine neden olabilir. Ancak ‘Altın Oran’ı elde etmek için mükemmel denge, aydınlanma yolunu ve fazilet için çalışmak gerekir. Figürün pozu ve bedeninin kavislilik derecesi, uyumun sağlanması ve mükemmel orana ulaşması adına, benim için kritik kararlardı.

Ağırlıklı olarak yüzücü bedenlerini tasvir ediyorsunuz. Bu tercihin nedeni su ile aranızda kurduğunuz bir bağ mı, yoksa sudan çıkmış bedenlerin çekiciliğiyle mi alakalı?
Heykellerimin hepsi suya dair öğeler barındırıyor. “Suyu her zaman eserlerinin bir parçası olarak kullanan, Hiperrealist heykeltıraş” olarak anıldım. Gözlemci Antik Yunanlılar, suyun içinde bulunduğu dönüşümün gücünü anladılar. Sıvıdan, katıya ve buhara su, metamorfozu özetler. Suyun sembolik nitelikleri, benim yüzücüleri ve banyo yapanları yaratmamdaki itici güçtür. Bana göre su, hepimizi birleştiren, yaşamı sürdüren, dengeyi ve ahengi örnekleyen evrensel bir unsur; çünkü hepimiz yüzücüleriz.
Yüzme ve su, hatırlayabildiğim kadarıyla beni daima büyülemiştir ve sonunda eserlerim için ilham kaynağı olmuştur. Çocukluğumda plajı severdim ve en sevdiğim anılarımın çoğu, kumda oynayıp, Long Island’daki Jones Plajı’nda dalgalara atlamaktır. Yüzmekten döndükten sonra, nefis su damlacıklarının kollarımı ve yüzümü nasıl örttüğünü ve cildimde yarattıkları desen ve formların beni nasıl büyülediğini çok detaylı hatırlıyorum. İnsan figürünün, suyun içindeyken ve dışarı çıktığında nasıl sağlıklı bir ışıma yaydığını ve suyun içeride ve dışarıda bir uyum hissi uyandırırken cildi canlandırdığını fark ettim. Bu nedenle yüzücüleri, ikinci sınıfta çizmeye başladım. Hem yüzücüler hem de su, en başından beri dikkatimi çekiyordu.
Yüzücülerimin kendi kişilikleri var ve kendi hikayelerini anlatıyorlar. Onların hikayeleri benim hikayelerim; bazen otobiyografik ve bazen de yalnızca anlatmam gereken hikayeler. Dış görünüşleri genellikle güzelliğin ve huzurun bir parçası olsa da; bu zarif yüzler kahramanlık, zafer ve kurtuluşun daha derin bir anlamını maskeliyor. İsimleri, ziyaret ettiğim ve yıllar boyunca ilham aldığım, dünyanın dört bir yanındaki adalardan türetilmiştir. Örneğin, 1976’da Akdeniz’deki İtalya’nın Capri Adası’na gittim ve bu özel adanın adını taşıyan “Capri” adlı bir heykel yarattım. 1979’da Pasifik Okyanusu’nun mavi ufkundan esinlenerek, denizden bir Anka kuşu gibi çıkan bir yüzücüyü, yani “Catalina”yı yarattım…
56 yıl boyunca ürettiğim çok sayıda yüzücü heykelinden sonra, bugün hâlâ suyun figürlerin üzerinde yarattığı desenlere hayran olmaya devam ediyorum.
Eserlerinizde bütün damarları, kıvrımları ve kırışıklıkları ile tamamen gerçek olsalar da mükemmel vücutlar görüyoruz. Heykellerinizde kusurlardan çok, mükemmelliğe yer verilmesinin sebebi nedir?
Yüzücülerim, modern zaman Venüs’leridir. Her biri titizlikle üretilir ve yalnızca parçalardan oluşanlar bile, yansıttıkları duygularla canlıdır. İnsanlar yalnızca mükemmellik görseler de, damarlar, çiller çiziyorum ve insanın kusurlarını tasvir etmeye çalışıyorum. Güzellik, gözlemcinin gözünde. Gerçekçilik ise, zihnimizin ‘gerçek’ olarak algılandığı şey.
Sanatım, insan figürüne odaklanan çok çeşitli kişisel duygulara yoğunlaşıyor. Hayatın olumlu yönünü seçerim, anları ve evrensel duyguları yakalarım. Hiperrealistik heykeller enerji, barış ve huzur göstermek arzusunu tasvir ederken; aynı zamanda sadece fiziksel değil, zihinsel olarak da enerjiktir. Genelde figürleri gözleri kapalı halde şekillendiririm, böylece derin düşüncelere dalmış gibi gözükürler. Bu şekilde, bir yandan aralarındaki mesafenin sinyalini verirken, bir yandan da izleyiciyi teoriler üretmeye davet ederler. Ne düşünüyor olabileceğini asla bilemeyiz. Ve belki amaç da budur.

2011 yılında, Carole A. Feuerman Sculpture Foundation’ı (Carole A. Feuerman Heykel Vakfı) kurdunuz. Bize biraz bu kuruluştan bahsedebilir misiniz? Sanat ve sanat katılımcıları için hangi amaçları güdüyor?
Carole A. Feuerman Heykel Vakfı, 2011 yılında “sanata yönelik heyecan ve tutku yaratmak” ve genç sanatçılara ilham vermek ve ödüllendirmek amacıyla kuruldu.Vakıf, bu gibi genel amaçları ilerletmek için, temsil edilmemiş sanatçıların eserlerini öne çıkaran iki yıllık güzel sanatlar sergileri düzenleyerek, yenilikçi sanatsal ifade ve yaratıcı süreci geliştirmeyi planlıyor. Her gösteri için, sergilenecek sanatçıyı seçmek üzere konuk bir küratör davet ediliyor. Ödüller, burs ve staj olarak veriliyor.
Eserler müzeler, sanat merkezleri, vakıflar, parklar, galeriler veya okullar gibi kuruluşlarda sergilenmek amacıyla ödünç veriliyor veya satılıyor. Böylece bu eserlerin öğrenciler, sanat tarihçileri veya genel halk tarafından incelenerek, çalışılmasına imkan sağlanıyor.
Her yıl dünyadan, sanat eseri ile fark yaratacak, yeteri kadar tanınmayan, engelli veya zorluk çeken, değerli bir kadın heykeltıraşa yıllık bir burs veya staj veriliyor.
Sanatçıları ve eserleri destekleyen kültürel organizasyonlar desteklenerek, yenilikçi sanatsal ifade ve yaratıcı süreç teşvik ediliyor.
Heykel alanında yeni araştırmalarla ilgilenen kişiler, desteklenerek cesaretlendiriliyor.